Lasse Wilhelmson 1941 İsveç doğumlu. Wilhelmson’un ailesinin birkısmı 1880’de Çar’ın pogromlarından (Rusya’da Yahudi takip ve katliamları, ç.n.) kaçarak İsveç’e gelmiş. Ailenin birkısmı daha sonra 1960’larda Amerika ve Filistin’e yerleşmiş. Birçok yayınının yanı sıra "İsrail Demokrasiye Giden Yolu Seçmelidir” makalesi 2003’te, “Alışıldık Sömürgecilik ve Irkayrımından da Beter” 2004’te, “İsveç’te Filistin'le Dayanışma” 2006 da Palestine Chronicle adlı dergide ve “Politik Bir Silah Olarak Antisemitizm” 2005’te MarWen Media’da yayınlandı. Bugün o kendisini Yahudi kökenden gelme bir İsveçli kabul etmekte ve tüm ailesi İsveçlileşmiş bulunmaktadır.(in iso-8859-1)
Aşağıda kendisiyle İsrail’in Lübnan savaşı ile ilgili yapılan söyleşi yeralmaktadır.
Soru: İsrail’in Lübnan savaşındaki amaçları neydi? Sizce İsrail ne yapmak istedi?
Lasse Wilhelmson: 1982 savaşından sonra Lübnan'ın ilk işgali Hizbullah’ı doğurdu. Daha sonra 2000’de işgalciler Hizbullah’ça kovuldu. Hizbullah sabırla popüler bir siyasi, dini ve sosyal hareket yarattı; Lübnan vatanının etkin bir gerilla direnişi ile savunulmasını da buna ekledi. Kendilerinin gerçek vatansever ve antiemperyalist olduklarını ispatladılar. Askeri ya da siyasi cepheden Hizbullah'ın karşısına çıkamayan İsrail, bunun yerine Lübnan’ın fizik altyapısını tahrip ve sivil halkı terörize etti. Lübnan örneğiyle İsrail Ortadoğu’daki başka ülkelere, eğer “güçlü olan haklıdır”ı kabul etmezlerse başlarına neler geleceğini göstermek istiyor.
Bu zihniyet, Zeev Jabotinsky’nin temsil ettiği kesin uzlaşmaz tavrın bir devamı olup, Jabotinsky bunu , 1937’de yazdığı klasik eseri “The Iron Wall” (Demir Duvar)’da işlemiştir. Bu döneminin en parlak politik belgelerinden biridir, ve İsrail devletinin bugünkü politikalarının acımasızlığının temelinde yatan ırkçı mantığı kavramak isteyen herkes okumalıdır.
İsrail’in bugün gerçekleştirmeye çalıştığı uzun vadeli hedefler 1982’de Kudüs’te “Siyonizmin Ortadoğu Politikası” adıyla formüle edildi. Bunu 1996’daki Neocon belgesi “A Clean Break” (Kesin Kopuş) izledi ve o zamanki İsrail başbakanı Benyamin Netenyahu'ya sunuldu. Buradaki amaç İsrail’i en azından Şeria nehrine dek genişletmektir. Araçlar, yaratılacak hertürlü kaosla bölgedeki komşu devletleri parçalamaktır. Ama asıl ütopya, yani Batılı kolonyalizm – emperyalizm için bir model devlet olmak fikri Siyonizmin kurucusu Theodor Herzl tarafından 1896’da yazdığı “Yahudi Devleti” adlı kitabında formüle edilmiştir.
Siyonizm ve Anglo-Amerikan emperyalizminin bu bileşimi Neocon dış politika projesi PNAC’da (Project for a New American Century – Yeni Amerikan yüzyılı Projesi) görülür. Be belge 2000’de Bush yönetimi liderlerine sunuldu. 11 Eylül 2001’deki terör saldırılarından sonra bu Bush yönetiminin yeni emperyalist doktrini oldu: “Önleyici Savaş ile Terörizmle Mücadele”, ki bu uluslar arası hukuka aykırıdır.
Benim çıkardığım sonuç, ne Hizbullah, ne de Hamas'ın İsrail ya da Amerika’nın asıl hedefleri olmadığıdır. Onların sözde terör örgütlerine karşı mücadelesi sadece bir bahanedir. Asıl amaç Lübnan'ı yok etmek ve mümkün olduğunca Filistinliyi Akdeniz'le Şeria nehri arasındaki alandan kovmaktır. Şimdiye dek hayli başarılı oldular.
Soru: İsrail Suriye ve İran'a saldırabilir mi? O zaman ne olur?
LW: İsrail, Yahudi lobisi ve ABD’li Neocon'ların gündeminde İran’a bir saldırı hep baş sırada yeraldı. Aslında Bush yönetimi geçen yaz İsrail’e, onları durdurmaya niyeti olmadığını bildirerek, yeşil ışık yakmıştı. Unutmamalıyız ki, İsrail Irak'ı daha önce de 1981’de bombalamıştı. İsrail şüphesiz bu işi kendi için Amerika'nın yapmasını ister, NATO ver AB işbirliğiyle. Suriye’nin şu sıralar çok tutulan bir siyasi ya da askeri gücü yok, ve geleneksel savunmacı tavrı ile İsrail'e kolay yem olur. Dahası şimdi ortada Lübnan gibi bir uyarıcı örnek de var, ve daha önce de Mısır vardı. Anlaşılan Suriye şimdilik pasif konumda kalacak ve İsrail’de şimdilik onu rahatsız etmeyecektir.
Ancak İran’a bir saldırı ciddi siyasi bedeller de getirir ve bunu kimin ne oranda ödeyeceği Batılı emperyalistler içinde çekişme konusu. Bugün İran “ete saplanan diken” ve muhakkak çıkarılmalı. Birçokları 3. Dünya savaşı’nın başladığını iddia ediyor. Bunun kesin teyidi ise İran’a saldırı olacaktır. Eğer Hizbullah'ın siyasi ve askeri başarıları, Hamas’ın siyasi başarısı, Irak ve Afganistan'daki direniş Beyaz Saray’daki Neocon hakimiyetini zayıflatmaz ve Batılı emperyalistler arasında artan anlaşmazlıklara sebep olmazlarsa, bu olacaktır. Öte yandan, bir kaplan yaralandığında çok tehlikeli olur. Bu emperyalist kağıttan kaplan için de geçerli. İran’a saldırı bahanesi için yeni bir 11 Eylül tezgahlanırsa şaşırmayacağım. Böyle bir saldırı ise tüm bölgede devrimci bir durum doğurabilir – Hizbullah’ın tarihe geçen örneğinde olduğu gibi.
S: İsrail'in Lübnan’daki kitle kıyımları İsrail karşıtı duyguların yükselmesine sebep oldu. Eğer İsrail kendi ve vatandaşlarının güvenliğini artırmak istiyorsa neden düşmanlarını çoğaltıyor?
LW: İsrail’in cürümleri bu ırk ayrımcı devlet ve onun Yahudi vatandaşlarına desteği giderek azaltıyorsa buna şaşmamalı. Ama bu sömürgecilik artığı ergeç ortadan kalkacaktır; daha önce Güney Afrika rejiminde olduğu gibi. İsrail’in Yahudilerinin Güney Afrikalı “Afrikaner”lerden (G. Afrika’nın Felemenk asıllı beyaz toplumu, ç.n.) öğrenecekleri çok şey var: Artık kendilerini üstün ırka dahil görmemeliler. Ama yine de tercih kendilerinin ve bu komşularıyla barış içinde yaşamaları için tek şans. Ne acıdır ki, üstün ırk hayallerinden gözleri dönmüş bir halde, kendi faydalarının da nerede olduğunu anlayamıyorlar.
S: Tüm bu gelişmeler Siyonist olmakla “basit bir Yahudi olmak” arasındaki çizgiyi giderek belirsizleştiriyor. Bu hali İsrail’in geleceği için tehlikeli görüyor musunuz? İsrail toplumunda da bu olaylardan rahatsız birçok kesim var. Bunlar bu ülkeyi ne zaman daha ilimli ve uzlaşmacı bir yola sokacaklar?
LW: Siyonizm bugün, birçok Yahudi topluluğunca Yahudiliğin hakim anlayışı kabul edilmekte; onlar Siyonizmi Yahudiliğin dirilişi görmekteler. İsrail’de din ve politika iç içe geçmiştir. Siyonizmin Yahudiliği yutmasına karşı aktif olarak direnen Yahudi örgütü Neturei Katra’dır. Mutaassıp Yahudi olan bu kişiler gösterilerde İsrail bayraklarını yakıyorlar. Ama siyaseten etkileri marjinal kalmakta. İsrail içi ve dışında Yahudiler Yahudi devleti ve Siyonist emellerle yollarını ayırmadıkça, bu pislikten onlar da sorumludur, ve bu onların felaketi olacak. İsrail “Solu” hareketi ve “barış hareketi” de Siyonizmin etkisindedir. Onlar da Yahudi devletlerinde, etrafı duvarlarla çevrili uydurma devletlerindeki Filistinlilerle barış içinde yaşamak istiyorlar; asıl Filistin’in onda birini onlara vererek! (ünlem çevirenin). Ve böylelikle çalınan %90 toprak için uluslararası tanınma istiyorlar. Bu asla barışa giden yol olamaz. Bence bugünün İsrail’i anayasadan ve sabit sınırlardan yoksun, gayrimeşru bir varlıktır.
S: Bazılarına diyor ki, Nazi rejiminin yıllar önce Yahudilere yaptıklarını şimdi İsrail Filistinlilere yapıyor. Bu karşılaştırma sizi üzüyor mu?
LW: İdeolojik olarak Nazizm, Faşizm ve Siyonizm arasında büyük benzerlikler vardır. Bundan 2004’teki makalem “Siyonizm Sömürgecilik ve Irk Ayrımından Daha Fazlasıdır” (Zionism – More Than Traditional Colonialism and Apartheid)’da bahsettim. Ve gerçekten de Varşova Gettosu Direnişi ile Gazze bölgesindeki Filistin direnişi arasında paralellikler kurabilirsiniz; bu bir insanlık acısı ve aynı zamanda tarih komedisi! (ünlem çevirenin). İsrail'i bu yolla eleştirmek belki en doğrusu, çünkü etnik temizlikte Güney Afrika'nın eski ırk ayrımcı rejimini belki ve insanların hayati koşullarını yok etmekte Nazi Almanya’sına yaklaştı. Bu karşılaştırmalar İsrail aleyhine sonuç verir. Bu beni çok üzüyor; İsrail’in kıyımlarından çeken herkes için üzülüyorum.
S: Kalıcı bir barış için ne yapmalı? İsrail ne yapmalı? Amerika ne yapmalı? İslam-Arap dünyası ne yapmalı? Ve arabuluculuk rolüne soyunmak isteyen Türkiye ne yapmalıdır?
LW: İsrail, tüm vatandaşlarının etnik köken ya da kimliklerine bakılmaksızın eşit haklar taşıdığı bir devlete dönüştürülmeli ve Filistinli göçmenlerin eve dönüşlerine izin verilmelidir. Bu tüm Ortadoğu’daki barışın ve berkli daha da fazlasının anahtarıdır. İsrail’deki barış dostları Filistinlilerle birlikte bunun için savaşmalıdır; aynı ANC’nin (African National Congress, Afrika Milli Kongresi, ezilen siyahların örgütü, ç.n.) Güney Afrika’da yaptığı gibi. ABD’ye gelince İsrail’den çok kendi halkına yarayacak politikalar kabul etmeli ve dünyayı emperyalist savaşlarıyla terörize etmekten vazgeçmelidir. Arap-İslam dünyasına gelince Hizbullah’ın övünülecek örneğini çok geç olmadan izlemelidirler.
Türkiye NATO’yu terk etmeli ve paktlar dışı tarafsız bir politika takip etmelidir; bunu İsveç de eskiden yapıyordu. Eskiden biz (İsveç, ç.n.) Batı dünyası ile (sözde) Üçüncü Dünya arasında önemli bir köprüydük. İsveç’in bu uluslar arası rolü, ne yazık ki, Başbakan Olof Palme’nin katlinden sonra yavaş yavaş yerini ABD’nin fino köpeği olma politikasına bıraktı. Palme’ninkine benzer bir siyaset şüphesiz Türkiye'nin aracılık rolüne çok şey katacaktır. Bu bence emperyalist AB’ye girmeden daha öncelikli olmalıdır; çünkü öbür türlü Türkiye giderek İslam aleminden tecrit olacaktır. Oysa ancak bu yolla geniş ve popüler bir birlik oluşturulabilir.