No hate. No violence
Races? Only one Human race
United We Stand, Divided We Fall
Radio Islam
Know Your enemy!
No time to waste. Act now!
Tomorrow it will be too late

English

Franç.

Deutsch

عربي

Sven.

Español

Portug.

Italiano

Русск.

бълг.

Hrvat.

Češt.

Dansk

Suomi

Magyar

Neder.

Norsk

Polski

Rom.

Srpski

Slov.

Indon.

فارسی

Türkçe

日本語

汉语


ROGER GARAUDY 

İsrail

Mitler ve Terör

[ 1 ] [ 2 ] [ 3 ] [ 4 ] [ 5 ] [ 6 ] [ 7 ] [ 8

[ 1 ]

 

Türkçesi: Cemal Aydın 

 Birinci basım, 1996, Istanbul

PlNAR YAYINLARI

  

 

ROGER GARAUDY

 

17 Temmuz 1913'te Marsilya'da dog˘du. 1952 yılında Sorbonne Üniversitesi'nden edebiyat dalında, 1954 yılında da SSCB Bilimler Akademisi'nden bilim dalında doktor ünvanını aldı. Bir ara Marksist Inceleme ve Araştirmalar Merkezi Müdürlüğü yaptı. Fransiz Komünist Partisi'nde zirveye tırmanmişken mevkiye değil, vicdan ve aklının sesine kulak vererek bu kuruluştan koptu. Fransız Parlamentosnu'nda milletvekili, Millet Meclisi Başkan Yardımcısı, Millî Eğitim Komisyonu Üyesi ve Senatör olarak görev yaptı. Daha sonra Yüksek Öğretim'deki profesörlüğüne döndü.

Çağimizin yetiştirdiği Büyük düşünürlerden biri olan yazar, Islâm'i seçip Filistinliler'i savunmaya başladıktan sonra, Batı basın ve yayın organları tarafından dişlanmaya başlandı. Eskiden her hafta ya bir gazete veya dergi yahut bir televizyon veya radyo istasyonunun misafiri iken, Müslüman olmasından itibaren Avrupa kitle iletişim araçlari kendisini tam bir sükût ablukası altına aldılar. Fakat elinizdeki eserden dolayı, siyonist güdümlü basın bugünlerde hep kendisinden bahsediyor ve kendisine karşı hakareti de aşan saldırgan yazılar yazıyorlar.

Düşünürümüz, seçkin bir kesime hitap etmesine rağmen, yirmiyi aşkın dile çevrilen eserleriyle, dünya aydınları arasında çok geniş bir kitle tarafından tanınmakta ve okunmaktadır. Türkçe'ye Jean Paul Sartre ve Marksizm (1964), Islâmiyet ve Sosyalizm (1966), Sosyalizm ve Ahlâk (1965), Karl Marks'in Fikir Dünyasi, Sosyalizmin Büyük Dönemeci (1970), Islâm'in Vaadettikleri (1983), Siyonizm Dosyasi (1983), Yaşayanlara Çağri (1986), Yirminci Yüzyıl Biyografisi (1989), Islâm ve Insanlığın Geleceği (1990), İsrail Mitler ve Terör isimli eserleri çevrilmiştir.

 

 

pınar yayınları

büyük reşitpaşa cd. no: 22/16 vezneciler istanbul

tel: (0212) 520 98 90-527 06 77

bilgia@pinaryayin lari. com

 

İsrail Mitler ve Terör

Roger Garaudy

 

Les Mythes fondateurs de la politique israélienne

 

pınar yayınları: 101

araştırma. inceleme: 25

ISBN 975-352-094-8

yedinci basım: eylül 2005

kapak tasarım: sezer erdoğan

uygulama: pınar dizgi-içdüzen: pınar

baskı: yıldızlar matbaacılık

cilt: yıldız mücellit

 

http://pinaryayinlari.com

 

 

[5] 

Bu kitap Fransa'da hiçbir yayınevi tarafından yayımlanmak istenmemiş ve yazar eserini kendi hesabına bastırmak mecburiyetinde kalmıştır. Kitabın en başında konuyla ilgili olarak Roger Garaudy'nin düştüğü notu aynen sunuyoruz:

Yarım asırdan fazla bir süre kitaplarımı Fransa'nın en büyük yayınevlerinde neşrettirdikten sonra, bugün şu Siyonist sapıklığın antolojisini kendi adıma bastırmak zorunda kaldım. Çünkü ben 1982'den itibaren bir tabuyu çiğnedim. Yani İsrail siyasetini tenkit ettim. Böyle bir tenkit, 13 Temmuz 1990 tarihli lânet Gayssot-Fabius kanunu tarafından yasaklandı. Bu kanun, Fransa'da İkinci İmparatorluk döneminin düşünce suçu'nu yeniden ortaya koymuş bulunuyor. Delilin, ispatın yerini baskıcı bir kanun alıyor.

Onun için, mesleklerini icra etmek isteyen kitapçıların siparişlerini Romanya'nın Paris'teki kitabevi, Librairie du Savoir'a vermeleri gerekiyor. Bu kitabevi, tıpkı Çavuşesku zamanında yaptığı gibi, bana bu eseri kendi adımla yayımlama hakkı tanıdı. Daha önce Çavuşesku döneminde orada da -fakat Fransa dışında- tek tip düşünce ve entellektüel terör hüküm sürüyordu.

R.G.

 

  

İçindekiler

 

Bu kitabı niçin yazdım? / 9

Giriş / 17

I - TEOLOJIK EFSANELER /29

   1 - "Vaad" efsanesi: Vaad Edilmiş Toprak mı,

   Yoksa Fethedilmiş Toprak mı? / 31

   Hıristiyan tefsirinde. / 33

   Peygamberlere yapılan vaadin muhtevası /36

   Yahudi peygamberlerinin tefsirinde / 38

   2 - "Seçkin millet" efsanesi / 43

   3 - Yeşu efsanesi: Etnik temizlik / 51

II - XX. YÜZYILIN EFSANELERI ? 65

   1 - Siyonist antifaşizm efsanesi ? 67

   2 - Nürnberg adaleti efsanesi ? 93

     A) Metinler / 108

     B) Tanıklıklar / 124

     C) Suç âleti / 139

   3 - "Altı milyon" efsanesi (Holokost). / 149

   4 - "Topraksız halk için halksız toprak" efsanesi /167

III - EFSANENIN SIYASÎ KULLANIMI / 189

   1 - Amerika Birleşik Devletleri'nde lobi / 191

   2 - Fransa'daki lobi / 211

   3 - İsrail mucizesi efsanesi: Diş finansman / 229

Sonuç / 241

Ekler / 261

İsrail'deki yeni tarihçiler / 263

 

 [9]

Bu Kitabı Niçin Yazdım?

Şiddet ve savaşların üreticisi olan entegrizmler zamanımızın öldürücü bir hastalığıdır.

Bu kitap entegrizmlere ayırdığım üç eserden birini oluşturuyor:

İslâm'ın Yükselişi ve Çöküşü adlı eserimde Müslüman entegrizminin merkez üssü olan Suudi Arabistan'ı gözler önüne serdim. O eserde, Amerika'nın Ortadoğu'yu istilâsındaki hempası olan Kral Fahd'ı İslâmcılığı İslâm'ın bir hastalığı haline getiren "siyasî fahişe" olarak takdim ettim.

Bir taraftan çocuk aldırma ve gebelikten korunmaya karşı çıktığını açıklayarak "hayatı savunduğunu" iddia ederken, diğer yandan, Amerika'nın dayatmasıyla sürdürülen "pazar tektanrıcılığı"nın kurbanları olarak yetersiz beslenme ve açlıktan her yıl 12 buçuk milyon çocuk can verirken susan Roma Katolik entegrizmi hakkında iki eser yayınladım. Bu kitaplarım Allah'a ihtiyacımız var mı? ve (pazar tektanrıcılığına karşı yazılmış olan) Bir din savaşına doğru mu? adlarını taşıyorlar.

[10]

Üçlü çalışmamız ın üçüncü kanadı olan İsrail Politikasının Kurucu Efsaneleri ise, İsrail'in Allah'ı yerine, İsrail devletini koymaktan ibaret olan politik siyonizmin sapmasını sergiliyor. Bu haliyle İsrail devleti dünyanın geçici efendilerinin, yani Batı tipi büyümenin temel taşı olan Ortadoğu petrollerini sahiplenme gayesi güden Amerika Birleşik Devletleri'nin batmayan nükleer uçak gemisi konumundadır. (Bu "büyüme" modeli, IMFnin aracılığıyla Üçüncü Dünya ülkelerine her iki günde bir Hiroşima zayiatına denk bir pahaya mal olmaktadır).

Kendisine ait olmayan bir ülkeyi siyonistlere teslim ederken "Kullanılan sistem pek önemli değil, yeter ki biz Ortadoğu'nun petrollerini elimizde tutalım. Asıl önemli olan bu petrolün ulaşılabilir olarak kalmasıdır" (Kimhe John, Filistin ve İsrail, Ed. Albin Michel, 1973, s. 27) şeklinde demeç veren Lord Balfour'dan, "Çok iyi anlamak lâzımdır ki Suudi Arabistan petrolüdünyanın en giıçlü iş bitirici araçlarından birini oluşturur." (aynı eser, s. 240) diyen Amerikan Dışişleri Bakanı Cordell Hull'a kadar, aynı politika İsrail'in siyonist yöneticilerine aynı görevi yüklemektedir. Bu görev, NATO eski genel sekreteri Joseph Luns'un tarif ettiği görevdir: "İsrail modem çağımızın en az masraflı paralı askerî olmuştur.

Kaynak: Nadav Shragai, Haaretz 13 Mart 1992.

Meselâ 1951'den 1959'a kadar, iki milyon İsrailli fert başına, iki milyar Üçüncü Dünya ülke sakinlerinin aldıklarından yüz kat daha fazla yardım aldığına göre, yine de kendisine çok iyi ödeme yapılmış bir paralı asker. Özellikle de çok iyi korunan bir paralı asker. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri, 1972'den 1996'ya kadar, İsrail'in Birleşmiş Milletler'de her mahkûm edilişinde harekete geçmiş ve alınan kararları otuz defa veto etmiştir. Oysa İsrail yöneticileri o sırada Ortadoğu'nun bütün devletlerini parçalama programlarını uygulu-

[11] yorlardı. Söz konusu program, Lübnan'ın 1982 Şubat ayında istilâsı sırasında Kivunim (Yönelimler) sayı 4, s. 50-59 dergisi tarafından kamuoyuna açıklanmıştır. Bu politika, ABD' nin şartsız desteği sayesinde, milletlerarası kanunun bir "kağıt parçası" (Ben Gurion) olduğu düşüncesine dayanıyor. Nitekim İsrail'in Batı Şeria ve Golan'dan geri çekilmesini gerektiren Birleşmiş Milletler'in 242 ve 338 numaralı kararları geçersiz kalmışlardır. Amerika'nın dahi lehte oy kullandığı Kudüs'ün ilhakının oy birliğiyle fakat hiçbir yaptırım öngörülmeden mahkûm edilmesi de aynı neticeyi doğurmuştur.

Temeli itibariyle böylesine utanç verici olan bir siyaset, belli bir kamuflajı gerektirir ki benim kitabım da işte bunu ortaya çıkarmayı hedefliyor.

En başta, siyonistlerin kutsal kitapları entegrist bir bakış açısıyla okuyarak saldırıları "dinen" sözde haklı göstermeleri yer almaktadır. Onlar efsaneyi tarihe dönüştürüyorlar. Sözgelimi, Hz. İbrahim'in Allah'a şartsız boyun eğişini ve "yeryüzünün bütün ailelerini" kutsamasını kabile ci bir anlayışa çeviriyorlar. Bunun sonucu olarak da, fethedilmiş toprak, "vaad edilmiş toprak" haline geliyor, tıpkı Mezopotamya'dan Hititler'e ve Mısır'a kadar bütün Ortadoğu toplumlarında görüldüğü gibi.

Mısır'dan Çıkış için de aynı şey söz konusu. Halkların baskı ve zulümden kurtuluşunun bu ebedi sembolü, Kur'an tarafından zikredildiği (Duhan, 44/30-31) kadar, günümüz "kurtuluş ilahiyatları" tarafından da yad edilir. Bu kurtuluş sembolü Evrensel bir Allah'a bağlanıp O'nun iradesine boyun eğmişbütün halklara seslendiği halde, bir eşi daha olmayan bir mucizeye dönüştürülmekte ve seçkin bir halkın kısmî ve tarafgir bir Allah'ının bahşettiği bir imtiyaz olarak sunulmaktadır. Nitekim bütün kabileci dinlerde ve bütün milliyetçilik akımlarında hep bu yola gidilir. Hepsi de kendilerinin Allah'ın iradesini gerçekleştirmekle görevlendirilmiş seçkin halk oldukları

[12] iddiasındadır: Fransızlar'ın sloganı Gesta Dei per Francos; Almanlar'ınki Gott mit uns; Franco'nunki Hz. İsa'yı Kral yapmak'tır; para ve pazar tek tanrıcılığının her şeye gücü yeten ilâhı olarak görülen her doların üzerinde ise şu küfür sloganı yer alır: In God we trust.

Derken yepyeni bir mitoloji ile karşı karşıyayız. Bu, sanki İsrail, Hitler'in barbarlığının kurbanlarının yegane sığınağı imiş gibi, "Holokost'a (Hitler'in Yahudi kıyımına) Allah'ın cevabı" olarak takdim edilen İsrail devleti mitolojisidir. Halbuki (düşmanla işbirliği etmek ve terör suçu işlemekten dolayı ıngilizler tarafından tutuklanışına kadar Hitler'e ittifak teklif eden) İzak Şamir'in kendisi şunları yazıyor: "Genel kanaatin aksine, İsrail'e göç edenlerin ekserisi Hitler'in katliamından arta kalanlar değillerdi, fakat bazı Arap ülkelerinin bölgenin yerlileri durumundaki Yahudiler'i idi." 

Kaynak: İzak Şamir, Looking back,

 looking ahead. 1987, s. 574.

O halde kurbanların sayılarını şişirmek gerekiyordu. Meselâ, Auschwitz kurbanları adına dikilmiş anıtın levhasında, 1994 yılına kadar ondokuz dilde dört milyon kurban ifadesi yazılıydı. Bugün ise yeni levhalarda "yaklaşık bir buçuk milyon" ifadesi yer alıyor. Altı milyon Yahudi'nin katledildiği efsanesi ortaya atılarak, insanlığın bu konuda "tarihin en büyük soykırımına" tanık olduğu kabul ettirilmek isteniyordu. Amerika yerlilerinden 60 milyonunun öldürüldüğü, yine (her bir esir için 10 kişi ölü olmak üzere) Afrikalı 100 milyon Siyahî'nin katledilmiş olduğu unutturuluyordu. Hatta Hiroşima ve Nagazaki ve bu ikinci dünya savaşında, 17 milyonu Slav olmak üzere, can veren elli milyon insan da unutuluyordu. Sanki Hitler sadece Yahudi kıyımı yapmıştı da, bütün insanlığa karşı bir suç işlememişti. Yahudiler çok ağır darbe yediler, fakat tek darbe yiyen onlar değildi, siz televizyonların hep öldürülen Yahudiler'den bahsedip diğerlerinden hiç söz etmemesine

[13] bakmayın denilince, insan Yahudi düşmanı mı olmuş olur?

Kamuflajın tam olması için, buna dinî bir isim, "Holokost" ismi bulmak, bu gerçek kıyımlara bir kendini feda etme, kendini kurban etme niteliği kazandırmak ve tıpkı Hz. ısa'nın haça gerilişi örneğinde olduğu gibi, onları bir tür ilahi plana dahil etmek gerekiyordu.

Bizim bu kitabımızın tek gayesi, bir politikanın bu ideolojik kamuflajını ortaya koymak ve bunun İsrail peygamberlerinin büyük geleneğiyle karıştırılmasını önlemektir. L.I.CA.'nın (daha sonra L.I.C.R.A. olmuştur) kurucusu ve benimle aynı toplama kampında kalmış olan dostum Bernard Lecache ile birlikte, akşam derslerinde, kamp arkadaşlarımıza bu Yahudi peygamberlerinin büyüklüğünü, evrenselliğini ve kurtarıcı gücünü öğretiyorduk.

O peygamberî mesaja ben, Komünist Partisi'ndeki 35 senelik militanlığım ve yönetim görevimden sonra bile, her zaman sadık kaldım. 1968'den itibaren "Sovyetler Birliği sosyalist bir ülke değildir" demeye başladığım için 1970'te Komünist Parti'den ihraç edildim. Nitekim bugün de şunları söylüyorum: Katolik Kilisesinin egemenlik teolojisi, Hz. ısa'nın getirdiği mesaja sadık bir teoloji değildir; İslâmcılık İslâm'a ihanet etmektedir; ve siyasi siyonizm büyük Yahudi peygamberlerinin öğrettiklerine terstir.

Daha önce de, 1982'deki Lübnan savaşı sırasında, 17 Haziran 1982'de, genel yayın müdürünün himmetiyle, Le Monde'da, Lübnan'ın istilâsının siyasî siyonizmin mantığı içinde yapıldığını gözler önüne serdiğimiz için, Peder Lelong, Rahip Matthiot ve Jacques Fauvet ile beraber L.I.C.R.A. tarafından mahkemeye verildik. Paris mahkemesinin temyiz edilen ve sonunda yargıtayca kesin olarak onaylanan hakkımızdaki 24 Mart 1983 tarihli kararı şöyledir: "Bir devletin siyasetinin ve ilham aldığı ideolojinin meşru bir tenkidi söz konusu olduğu, ırkçı bir provokasyonun bulunmadığı...göz önüne alınarak, onun

[14] (L.I.C.R.A.'nın) bütün isteklerinin reddine ve masrafları ödemesine."

Elinizdeki kitap o zamanki siyasi ve ideolojik tenkidimize sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. "Komünist" Gayssot'nun acımasız kanunu, Nürnberg mahkemesi kararlarını tarihî hakikatin ölçüsü yapmak ve bir "düşünce suçu" ihdas etmek suretiyle, çıktığından beri, ifade hürriyetine karşı baskıyı güçlendirmiştir. Bu kanun tasarısına o zamanki Büyük Millet Meclisi'nde şimdiki Adalet Bakanı tarafından karşı çıkılmıştı.

Bu eserimizle hakikate ve milletlerarası hukuka saygıya dayalı gerçek bir barış için yapılacak mücadeleye bir katkıda bulunduğumuzu sanıyoruz.

İsrail'in içinde bile, kendi peygamberlerine sadık Yahudiler, Kudüs İbrani Üniversitesfnin "yeni tarihçileri" ve âdil bir barışın taraftarı İsrailliler, gerek bizzat İsrail devleti, gerekse dünya barışı açısından zararları apaçık ortaya çıkmış olan siyasi siyonizmin "efsaneleri" üzerinde cesaretle kafa yoruyorlar. Nitekim bu efsaneler, Baruch Goldstein'i, Halil kentinde Müslümanları topluca öldürmeye itmiş ve Yigal Amir'e Başbakan İzak Rabin'i öldürtmüştür.

Hakikat yoluna devam ediyor, hiçbir şey de onu durdu ramayacaktır.

Bir zamanlar General De Gaulle tarafından "medya üzerindeki aşırı nüfuzu" yüzünden eleştirilmiş olan bir "lobi"nin entellektüel terörizmi, beni Fransa'da bu kitabı sadece bir derginin abonelerine has olmak üzere özel bir sayı halinde bastırmaya mecbur bıraktı. Yorumcular dikkatlerini, Fransa'daki durumu gözler önüne seren bu vakıa üzerine çevirdiler ve eserimin muhtevasından çok onunla ilgilendiler.

O yüzden bugün bizzat ben, bütün sorumluluğu üstüme alarak, Rusça'daki anlamıyla tam olarak "kendisi tarafından basılmış" manasına gelen Samizdat şeklinde eserimi yayınlıyorum.

[15]

Bu kitap ABD, İtalya, Lübnan, Türkiye ve Brezilya'da tercüme edilmiş ve yayınlanma aşamasına gelmiştir. Almanca ve Rusça'ya tercümesi sürmektedir.

Fransızca metin İnternet ağına verilmiştir. 

http://vho.org/aaargh/fran/livres/livres.html

Bu eserimiz, saptırılmış mitolojilere karşı çağdaş dünyanın eleştirmed tarihine yeni bir katkı olacaktır.

[17]

 

 

GIRIŞ

Bu kitap bir sapkınlığın tarihidir. Bu sapkınlık, vahyedilmiş bir kelâmı harfiyyen ve seçmeci bir tarzda okumak suretiyle dini, kutsallaştırılan bir siyasetin âleti yapmak tan ibarettir.

Bu, yüzyılımızın sonunda ortaya çıkmış olan öldürücü bir hastalıktır. Ben bu hastalığı daha önce Entegrizm adlı kitabımda tanıtmıştım.

"Islâmcılık Islâm'ın bir hastalığıdır" dememi istemeyenıerin hoşlarına gitmemek pahasına, ben Müslümanlar arasında görülen bu hastalığı İslâm'ın yükselişi ve çöküşü adını taşıyan es erimde tenkit ettim.

"Pavlus'un Mesih'i HZ. İsa değildir" dememi istemeyenıerin canlarını sıkmak pahasına, Bir din savaşına doğru mu? isimli çalışmamda aynı anlayışı yerden yere vurdum.

Bugün ise İsrail politikasının kurucu efsaneleri kitabımla Yahudiler'deki sapkınlığı tenkit ediyorum. Bunu siyonist İsrailliler'in şimşeklerini üzerime çekmek pahasına yapıyorum. Zaten

[18] onlar Haham Hirş'in kendilerine "siyonizm Yahudi halkını millî bir kimlik olarak tarif etmek istiyor... Bu bir sapkınlıktır" (Washington Post, 3 Ekim 1978) hatırlatmasında bulunmasından da hoşlanmıyorlardı.

Kitabımda itham edilen siyonizm (Yahudi inancı değil) nedir?

Siyonizm ekseriya kendileri tarafından tarif edilmiştir:

1. Siyas bir doktrindir.

"1896'dan itibaren, siyonizm Theodore Herzl tarafından kurulmuş olan siyasi hareketin adıdır.

Kaynak: Encyclopaedia of Zionism and Israel.

 Herzl Press, New-York 1971, cilt II, s. 1262.

2. Yahudilik'ten değil, 19. yüzyıl Avrupa milliyetçiliğinden doğmuş milliyetçi bir doktrindir. Siyasî siyonizmin kurucusu Herzl, dinden yola çıkmıyordu:

"Hiçbir dinî eğilimin etkisinde değilim." 

Kaynak: Th. Herzl: Diaries (Hatıralar),

Ed. Victor Gollancz, 1958.

"Ben agnostikim/bilinemezciyim" (s. 54).

Onu ilgilendiren, mutlaka kutsal toprak değildi. Milliyetçi hedefleri için Uganda veya Trablusgarb'ı, Kıbrıs veya Arjantin'i, Mozambik veya Kongo'yu kabule hazırdı (Herzl, Diaries, aynı bilgiler).

Fakat Yahudi imanına sahip dostlarının muhalefeti karşısında, kendisinin ifadesiyle (Diaries I, s. 56) "dayanılmaz bir kudretin bir araya gelme çığlığını oluşturan" efsanenin kudretinin ("mighty legend") önemini kavrar (Herzl, Yahudi devleti, s. 45).

Yüksek düzeyde gerçekçi bu siyasetin bilmezlikten gelemeyeceği tahrik edici bir slogandır bu. Onun için, dönüş'ün efsanevi kudretini tarihi gerçeklik şekline koyarak ilân eder: "Filistin bizim unutulmaz tarihi yurdumuzdur... tek başına bu isim halkımızın güçlü bir birleşme çığlığı olacaktır." 

Kaynak: Herzl, Yahudi devleti, s. 209.

[19]

"Yahudi meselesi benim için ne sosyal, ne de dinî bir meseledir..., sadece millî bir meseledir."

3. Sömürgeci bir doktrindir. Uyanık Théodore Herzl bu hususta da amaçlarını saklamaz. Bunun için ilk aşamada, İngiltere veya herhangi diğer bir devletin himayesinde, ileride bir Yahudi devletine dönüştürmek üzere, bir "sözleşmeli şirket" kurmak ister.

Bu maksatla, bu tür hareketlerde ustalığını kabul ettirıniş olan birine başvurur. Bu kişi, sömürge madrabazı Cecil Rhodes idi. Kendi sözleşmeli şirketinden bir Güney Afrika yapmasını bilmiş, bunun şubelerinden biri de kendi adıyla anılır olmuştu: Rhodezya.

Theodore Herzl 11 Ocak 1902'de ona şu mektubu yazar :

"Programımı incelemiş olduğunuzu ve kabul ettiğinizi belirten bir yazı göndermenizi istirham ediyorum. Mösyö Rhodes, niçin size müracaat ettiğimi merak ediyorsunuzdur. Çünkü benim programım da bir söm^ürge programıdır.

Kaynak: Herzl, Tagebuch, cilt III, s. 105.

Siyasî siyonizmi tanımlayan üç temel özellik, onun politik, milliyetçi ve sömürgeci bir doktrin olmasıdır. Ağustos 1897'de yapılan Bazel Kongresi'nde Theodore Herzl siyonizmi herkese kabul ettirmiştir. Siyonizmin dâhi ve makyavelik kurucusu, bu kongrenin sonunda haklı olarak şöyle diyebilirdi: "Yahudi devletini kurdum." 

Kaynak: Diaries, s. 224.

Yarım asır sonra, gerçekten de, bu politikayı harfi harfine takip eden onun çömezleri, onun yöntemlerine bağlı kalarak ve onun siyasî çizgisini takip ederek (ikinci dünya savaşı ertesinde) İsrail devletini kurdular.

Fakat bu politik, milliyetçi ve sömürgeci teşebbüs, Yahudi inanç ve maneviyatının hiç de tabiî sonucu değildi.

[20]

Alman Musevî cemaatının muhalefeti yüzünden (Herzl'in öngördüğü şekilde) Münih'te yapılamamış olan Bazel Kongresi ile aynı zamanda, Amerika'da Montreal Konferansı (1897) düzenleniyordu. Bu konferansta, o zamanın Amerika'sının en sözü geçen Yahudi ileri geleni olan Haham İzak Meyer Wise'ın teklifi üzerine, bir önerge oylandı. Bu önerge, biri siyonizmin siyasî ve kabile ci okuması, diğeri ise Peygamberlerin manevî ve evrensel okuması olmak üzere, Tevrat'ın bir birine taban tabana zıt iki okumasını karşı karşıya getiriyordu.

"Bizler bir Yahudi devleti kurulmasına ilişkin her türlü girişimi temelden reddediyoruz. Böylesi girişimler, Yahudi peygamberlerinin ilk önce ilân ettikleri... İsrail misyonunun saptırılmışbir anlayışını apaçık sergilemektedir... Bizler Yahudiliğin hedefinin siyasî've millî olmayıp, manevî olduğunu beyan ediyoruz... Bu inancımız, Allah'ın Krallığı'nın yeryüzünde kurulması için bütün insanların tek bir büyük cemaate katılmayı kabul edecekleri Mesihî bir dönemi hedeflemektedir.

Kaynak: Amerikan hahamlannm merkezi
 konferansı, Yearbook VII, 1897, s. XII.

"Almanya Hahamları Birliği"nden, "Fransa Evrensel İsrail İttifakı", Avusturya "l'Israelitische Allianz"a kadar, hatta Londra Yahudi Birlikleri'ne varıncaya dek, Musevî cemaatlerinin ilk tepkileri böyle olmuştur.

Siyasî siyonizme karşı ilhamını Yahudi imanının maneviyatından alan bu muhalefet bu tür görüşlerini sürekli dile getirmiştir. İsrail siyonizmi, 1kinci Dünya Savaşı sonrasında, Birleşmiş Milletler'deki milletlerarası rekabetten, özellikle de ABD' nin şartsız desteğinden bir kere daha yararlanarak, kendisini hakim güç olarak kabul ettirdiği ve harikulâde peygamberler geleneğine karşı, siyonist İsrail politikasının kudretini kamuoyuna kabul ettirdiği zaman bile bu muhalefet susmamıştır. İsrail siyonizmi büyük manevi akımların tenkitlerini bir türlü yok edememiştir.

[21]

Bu yüzyılın en büyük Yahudi seslerinden biri olan Martin Buber hayatı boyunca ve hatta İsrail'de ölünceye kadar, dinî siyonizmin siyasî siyonizm olarak yozlaşmasını ve tersine çevrilmesini durmadan kınamıştır.

Martin Buber New-York'ta şu açıklamayı yapıyordu: "Altmış sene önce siyonist harekete girdiğimde hissettiğim duygu, esas itibariyle bugün de hissetmekte olduğum duygudur... Bu milliyetçiliğin diğerlerinin yolundan gitmeyeceğini umuyordum. Diğer milliyetçilikler büyük bir umutla başladılar ve sonunda kutsallaştırılmış bir bencillik haline geldiler. Hatta Mussolini gibiler, kollektif bencillik ferdî bencillikten daha kutsal olabilirmişgibi, kendilerini sacro egoismo ilân ettiler. Bizler Filistin'e döndüğümüzde, kesin ve asıl soru şu oldu: Sizler buraya bir dost, bir kardeş, Ortadoğu halkları topluluğunun bir üyesi olarak mı geliyorsunuz, yoksa sömürgeciliğin ve emperyalizmin temsilcileri olarak mı?

Amaç ile o amaca ulaşmak için kullanılan araçlar arasındaki tezat siyonistleri bölmüştür: Bazıları büyük devletlerden özel siyasî imtiyazlar koparmak arzusundaydılar, bazıları ise, özellikle de gençler, Filistin'de komşularıyla birlikte, Filistin ve gelecek için çalışmalarına izin verilmesini istiyorlardı...

Araplar'la olan münasebetlerimizde her şey her zaman mükemmel değildi, fakat umumiyetle Yahudi köyü ile Arap köyüarasında iyi komşuluk ilişkileri vardı.

Filistin'e yerleşmedeki bu organik saj1ıa Hitler dönemine kadar sürdü.

Yahudi kitlelerini Filistin'e gelmeye iten, ömürlerini camamlamaya ve geleceği hazırlamaya gelen seçkin bir tabaka değil, Hitler oldu. O yüzden, seçmeci organik bir gelişmenin yerini, kendi güvenliği için siyasi bir güç bulma zaruretindeki bir kitle göçü aldı... Yahudiler'in çoğunluğu bizden değil de Hitler'den ders almayı tercih etti... Hitler, tarihin aklın yolunu değil de kudretin yolunu izlediğini ve bir halk yeterince güçlü olduğu zaman per–

[22] vasızca başkalarını öldürebildiğini gösterdi... Işte bizim karşı koymak mecburiyetinde olduğumuz durum bu durumdur... "Ihud"da biz teklif ediyoruz ki... Yahudiler ve Araplar birlikte yaşamaktan değil, birlikte iş yapmamaktan şikayetçiler... Böylesi bir durum Ortadoğu'nun ekonomik bir gelişimini mümkün kılacak, bu sayede Ortadoğu insanlığın geleceğine büyük ve esaslıbir katkıda bulunabilecektir."

Kaynak: Jewish Newsletter, 2 Haziran 1958.

5 Eylül 1921'de KarsIbad'da yapılan 12. Siyonist Kongre'ye hitap eden Buber şunları söylüyordu: "Bizler İsrail ruhundan bahsediyoruz ve diğer milletlere benzemediğimize inanıyoruz... Eğer İsrail ruhu, millî kimliğimizin sentezinden daha fazla bir şey değilse, putlaştırılmış...kollektif bencilliğimizin güzel bir savunmasından öte bir şey değilse, kâinatın Rabbı'ndan başka hiçbir hükümdarı kabul etmemiş olan bizler, o zaman diğer milletler gibiyiz ve onlarla birlikte bizler de onları sarhoş eden kadehten içiyoruz demektir. Millet en yüce değer değildir... Yahudiler milletten öte bir özelliğe sahiptirler: Bir iman cemaatinin üyeleridir onlar.

Yahudi dini kökünden koparılmıştır ve bu durum onun hastalığının özüdür. Bu hastalığının belirtisi ise 19. yüzyılortasında Yahudi milliyetçiliğinin doğması olmuştur. Toprak arzusunun bu yeni şekli, modem millî Yahudiliğin Batı'nın modem milliyetçiliğinden neler aldığını gösteren yönüdür...

İsrail'in "seçilmiş olması" fikrinin bütün bunlarla ne alâkası var? "Seçilmiş olma" bir üstünlük duygusunu değil, aksine kaderin bir yönünü belirler. Bu duygu başkalarıyla mukayeseden değil, aksine bir yüce istidattan ve peygamberlerimizin durmadan hatırlattıkları bir vazifeyi yerine getirme sorumluluğundan doğar: Eğer siz Allah'a boyun eğerek yaşamak yerine seçilmiş kimseler olmakla boşuna övünür durursanız, bu büyük bir görev suçu olur."

[23]

Yahudi maneviyatının bir sapması olan siyasi siyonizmin bu "milliyetçi krizini" hatırlatan Buber, sözlerini şöyle noktalıyordu: "Bizler Yahudi milliyetçiliğini, bir halkı putlaştırma yanlışından kurtarmayı umuyorduk. Başarısız olduk." 

Kaynak: Martin Buber, Israel and the World,
Ed. Schocken, New-York, 1948, s. 263.

1926'dan itibaren Kudüs İbrani Üniversitesi Rektörü olan Profesör judas Magnes, Filistin'de bir Yahudi devletinin kurulmasını isteyen 1942 yılının "Biltmore Programı"nın "Araplar'a karşı savaşa sürükleyeceğini" haber veriyordu. 

Kaynak: Norman Bentwich, For Zion Sake,
Judas Magnes'in biyografısi. Philadelphia.
Jewish Publication Society of America, 1954, s. 352.

20 yıldır rektörlüğünü yaptığı bu İbrani Üniversitesi'nin 1946 yılındaki açılışında verdiği ilk dersinde şunları söylüyordu: .

"Yahudi'nin yeni sesi silâhların ağzıyla konuşuyor...İsrail toprağının yeni Tevrat'ı şimdi budur. Dünya kendini maddi güç çılgınlığına kaptırdı. Yahudiliğin ve İsrail halkının bu çılgınlığa kapılmasından bizi Allah korusun. Çeşitli ülkelerde dağınık halde yaşayan kardeşlerimizin büyük çoğunluğunu putçu bir Yahudilik anlayışı ele geçirmiştir. Bizler romantik siyonizm döneminde, Siyon'un dürüstlükle ve doğrulukla geri alınabileceğini düşünmüştük. Bütün Amerikan Yahudileri bu hatanın, bu değişimin sorumluluğunu taşıyorlar... Putçu yönlendiricilerin davranışlarını tasvip etmeyenleri de buna dahildir. Çünkü onlar oturmuş, elleri böğründe durmuşlardır. Ahlâk duygusunun duygusuzlaştırılması, bu duygunun körelmesine sebep olmuştur."

Kaynak: Aynı eser, s. 131.

Gerçekten de, Amerika'da, Baltimore Deklarasyonu'ndan itibaren, siyonist yöneticiler artık en güçlü koruyucuya sahip olmuşlardı. Amerika Birleşik Devletleri'ydi bu. Dünya Siyonist

[24] Teşkilâtı, İsrail peygamberlerinin manevî geleneğine sadık Yahudi muhalefetini silip süpürmüş ve artık "Filistin'de millî Yahudi Yuvası" oluşturmayı değil, önceki savaşın Balfour Deklarasyonu'nun (ruhuna değilse bile) ifadesine bağlı kalarak bir Filistin Yahudi devleti kurulmasını istemiştir.

Daha 1938 yılında Albert Einstein bu eğilimi beğenmemişti:

"Bence, Araplar'la müşterek barışçı bir hayat esası üzerinde bir anlaşmaya varmak, bir Yahudi devleti kurmaktan daha man tıklı olacaktır... Yahudiliğin temel karakteri hakkında edindiğim şuur, ne kadar mütevazıolursa olsun, sınırları, ordusu ve dünyevi bir iktidar projesi olan bir Yahudi devleti fikrini kabullenmiyor. Saflarımızda, dar bir milliyetçiliğin gelişmesiyle Yahudiliğin uğrayacağı dahili zararlardan endişe ediyorum... Bizler artık Makkabeliler dönemi Yahudileri değiliz. Kelimenin siyasî anlamıyla yeniden millet olmak, cemaatimizin peygamberlerimizin dehasına borçlu olduğumuz ruhanileşmesinden yüzçevirmek demek olacaktır.

Kaynak: Haham Moşe Menuhin: The Decadence
of Judaism in Our Time
, 1969, s. 324.

 

İsrail'in milletlerarası hukuku her çiğneyişinde bu tür hatırlatmalar hep yapılageldi.

Bunlardan sadece ikisini örnek verelim. Bu uyarılarda, milyonlarca Yahudi'nin düşündüğü, fakat siyonist İsraillobilerinin entellektüel engizisyonu yüzünden açıkça dile getiremediği fikirler yüksek sesle ifade edilmiştir. Nitekim 1960 yılında, Eichmann'ın Kudüs'teki davası sırasında, American Council for Judaism şu açıklamayı yapmıştı:

"Amerikan Yahudi Konseyi dün pazartesi günü Sayın Christian Herter'e bir mektup göndermiş ve İsrail hükümetinin bütün Yahudiler adına konuşmaya hakkı olmadığını bildirmiştir.

Konsey Yahudiliğin bir milliyet değil, bir din meselesi olduğunu beyan eder.

Kaynak: Le Monde, 11 Haziran 1960.

[25]

Tel-Aviv Üniversitesi'nden Profesör Benjamin Cohen, 8 Haziran 1982'de, İsrailliler'in kanlı Lübnan işgali sırasında, P. Vidal-Naquet'ye şu mektubu gönderir:

"Size bu mektubu "bizler"in Lübnan'da "hedef'imize ulaşmak üzere olduğumuzu, bu hedefin de Galile sakinlerine "barış" getirmek olduğunu az önce haber veren transistorlu radyoyu dinlerken yazıyorum. Goebbels üslûbu bu yalanlar beni deli ediyor. Bütün öncekilerden çok daha barbar olan bu vahşi savaşın Londra saldırısı ile de Galile'nin güvenliği ile de hiçbir alakasının olmadığı ortadadır... Yahudiler, ıbrahim'in oğulları... Kendileri onca gaddarlığın kurbanı olmuş olan Yahudiler böylesine gaddar olabilirler mi?.. Demek ki en büyük başarısı sadece şudur: Yahudiler'i "Yahudilik'ten uzaklaştırmak"...

Aziz dostlar, Begin ile Şaron'un çifte hedeflerine ulaşmamaları için elinizden ne geliyorsa yapın. Onların hedefi, Filistinliler'i halk olarak, İsrailliler'i ise insanî varlıklar olarak (bugünlerde moda olan ifadeyle) nihâî tasfiyeye tabi tutmaktır." 

Kaynak: Le Monde'da yayınlanan
 mektup, 19 Haziran 1982, s. 9.

 

"Profesör Leibowitz, İsrail'in Lübnan'daki siyasetini Yahudi Nazi politikası olarak adlandırmaktadır.

Kaynak: Yediot Aharonoth, 2 Temmuz 1982, s. 6.

Peygamberlere dayalı Yahudi inancı ile her milliyetçilik gibi başkasını redde ve kendisini kutsal görmeye dayalı siyonist milliyetçilik arasındaki mücadelede ortaya konan bahis işte budur.

Her milliyetçilik kendi iddialarını kutsallaştırmak ihtiyacındadır: Hıristiyanlık âleminin parçalanmasından sonra, ulus devletlerin herbiri kutsal mirasın kendilerinde olduğu ve Allah tarafından görevlendirildikleri iddialarında bulundular.

Meselâ Fransa, kendisi aracılığıyla Allah'ın hükümranlığının yürüdüğü (Gesta Dei per Francos) "Kilisenin Ablası"dır. Almanya "her şeyin üstündedir", zira Allah onunla birliktedir

[26] (Gott mit uns). Eva Peron, "Arjantin'in misyonu Allah'ı dünyaya taşımaktır" açıklamasında bulunur. 1972 yılında, Güney Afrika Başbakanı, vahşi ırk ayırımcılığı "apartheid" ile ünlü Vorster ise şu kehaneti savurur: "Bizler Allah'ın özel bir görevle yükümlü halkı olduğumuzu unutmayalım"... Siyonist milliyetçilik bütün milliyetçiliklerin bu sarhoşluğunu aynen benimser.

En aklı başında olanları dahi kendini bu "sarhoşluğa" kaptırmaktan alıkoyamaz.

Profesör Andre Neher gibi bir adam bile, L'essence du prophétisme / Peygamberliğin Özü (Ed. Calmann-Levy, 1972, s. 311) adlı o güzel kitabında, Ahid'in, yani Allah'ın insanla olan ahdinin evrensel anlamını çok iyi hatırlatmasının ardından şunlarıyazabilmektedir: İsrail, "ilâhî tarihin yeryüzündeki en üstün alametidir. İsrail, dünyanın ekseni, can damarı, merkezi ve kalbidir" (s.311).

Böylesi söylemler, can sıkıcı bir şekilde" Aryen ırkı efsanesini" hatırlatmaktadır. Bu efsanenin ideolojisi, Panjermanizmin ve Hitlerizmin temellerini oluşturmuştur. Bu yola girilince, Peygamberlerin öğretisinin ve Martin Buber'in o harika Ben ve Sen'inin tam karşısına geçilir.

Tekelci anlayış diyaloğu ortadan kaldırır. Onun için ne Hitler ile "diyalog" kurulabilir, ne de Begin'le. Çünkü onla-' rın ırki üstünlükleri veya Allah ile olan tekelci ahitleri, onlara artık başkasından beklenilecek hiçbir şey bırakmaz.

Oysa bizler şu gerçeklerin bilincindeyiz: Çağımızda diyalog veya savaştan başka seçenek bulunmamaktadır. Diyalog ise, durmadan tekrarladığımız üzere, herkesin en başta kendi temel kanaatinde eksik olanın şuurunda olmasını gerektirir. Bir kimsenin kendisindeki bu boşluğu doldurması için başkasına ihtiyacı vardır. Bu boşluğun doldurulması da, her bakımdan kendisini aşmasının ve her bakımdan (her canlı inancın ruhu demek olan) eksiksiz olma arzusunun temel şartıdır.

[27]

Bizim siyonist cinayetleri ile ilgili olarak ortaya koyduğumuz bu antoloji, Peygamberlere dayalı Yahudiliği kabileci bir siyonizme karşı savunmaya çalışmış olan Yahudilerin bu konudaki gayretlerinin tabii bir sonucu mahiyetindedir.

İsrail siyonizminin saldırı, sahtekarlık ve kan dökücü politikasının tenkit edilmesi, Yahudi düşmanlığını beslemez ve tahrik etmez. Yahudi düşmanlığını (antisemitizmi) asıl besleyen, böyle bir politikayı kayıtsız şartsız desteklemektir. Çünkü bu politika, Yahudiliğin büyük geleneklerinden yalnızca bu politikayı haklı çıkaracak olan kısımları göz önüne almaktadır. Bunu yaparken de eski ilahi metinlerin dış anlamlarınıesas almakta ve onları harfi harfine yorumlama yoluna gitmektedir. Sonuçta kendi güuüğü siyaseti, milletlerarası bütün kanunların üstünde görmekte ve onu dünün ve bugünün efsaneleriyle kutsallaştırmaktadır.


  

[ 1 ] [ 2 ] [ 3 ] [ 4 ] [ 5 ] [ 6 ] [ 7 ] [ 8

[ PDF ]

——————————————————————